Sayfalar

31 Aralık 2022 Cumartesi

Gall's Law

 


Otopilot'tan

Seneler önce bir blog yazısından kaydetmişim, notlarımı düzenlerken buldum ve buraya eklemeye karar verdim. Blog adresini hatırlamıyorum ama alıntılanan kitap Andrew Smart - Otopilot. 


İsveç’teki  lisans öğrenimim sırasında birlikte çalıştığım psikolog Sverker  Sikström ile birlikte, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu  (DEHB) olan çocuklara gürültünün nasıl yardım edebileceği üzerinde  çalışmıştım. Sverker, olasılıklı rezonansın beyindeki dopamin sistemiyle  nasıl etkileşime girebileceği konusunda bir model geliştirmişti. Bu  model, psikolog Göran Söderlund’un çevresel ortam gürültüsünün DEHB’li  çocuklara herhangi bir talimat listesini hatırlamada yardımcı olduğunu  yani gürültünün, amfetaminlerin yerini alabileceğini düşünebiliriz.


DEHB’li  insanlarda da işler belleğin genellikle kısa süreli olduğu görülür.  “İşler bellek” olarak adlandırılan şey, bilgiyi ortamdan kaybolduktan  sonra geçici olarak beyinde tutma becerisidir. Birisi hızlıca telefon  numarasını söylediğinde şunu bir düşünün: Bu yedi rakamı ne kadar süre  hatırlayabilirsin? Hangi rakamları hatırlarsınız ve ne kadar süreliğine?

Mobil  teknolojiler sağ olsun, işler belleğimizi çok nadir kullanma ihtiyacı  hissederiz. Halbuki işler bellek bilişsel fonksiyon merkezinin ta  kendisidir.Eğer çok zayıf bir işler belleğe sahipseniz, muhtemelen başka  birçok konuda da kötüsünüzdür: Zaman yönetimi gibi.

Bilim  insanları DEHB durumunda işler bellek eksikliğinin, prefrontal korteks  içindeki dopamin fonksiyonuyla ilişkili olduğunu düşünür. Dopamin, beyin  tarafından sentezlenen sinir taşıyacılar familyasına aittir. Bu sinir  taşıyıcıları olmaksızın herhangi bir şey düşünemez ya da  hissedemezdiniz. Bu familya serotinin, noradrenalin ve asetilkolin  içerir.

Dopamin:  öğrenme, bellek, zevk ve motivasyon gibi birçok önemli beyin  fonksiyonunun temelini oluşturur. DEHB’li çocuklar istene herhangi bir  aktivite esnasında çok yüksek derecede motive olmalıdırlar. Meselenin  özü şudur: Tonik dopamin (beyninizde sinapslar arsındaki dopaminin sabit  düzeyi) olarak adlandırılan şeyin düşük düzeylerine yol açan genetik  mutasyonlar yüzünden, DEHB’li insanlarda içsel ve dışsal uyaranlara  abartılı bir “patlamalı” ya da fazik dopamin tepkisi bulunur.

Beynin  devamlı homeostaz sağlama çabası yüzünden, küçük çaplı dengesizliklerin  telafi edici bir mekanizma yoluyla üstesinden gelinecektir. Düşük tonik  dopamin durumunda ise, DEHB’li beyin, her sinyali, büyük miktarda fazik  dopamini serbest bırakarak karşılar.

Bu  bir dopamin patlamasıdır; bir sigara yakmak, viski içmek, seks yapmak,  kokain çekmek, şarap yudumlamak, çok lezzetli bir çikolata yemek ve  elbette hemen hiçbir şey yapmamak gibi kendinizi ödüllendirmek üzere  yaptığınız şeyler gibi. Bu dopamin saldırısı DEHB’li beyni alt eder ve  öyle ya da böyle odaklanmayı sağlar.

DEHB  ile mücadele eden insanlar için, çevrelerindeki hemen hemen her şey  büyük bir dopamin patlamasına neden olur. Daha endişe verici olansa,  büyük çaplı dopamin salınmasına kimi zaman kendi içsel dürtülerinin ve  düşüncelerinin neden olmasıdır. “Normal” beyinlerde, ödüllendirici bir  olay sebebiyle sinapsların arasına dolan ekstra dopamin, sonrasında  tekrar geri emilir, böylece tonik veya sabit düzeyi yüksek kalmaya devam  eder. Bu da sizin  odaklanmanıza ve motive olmanıza imkan verir.

DEHB’li  bir beyinde, sinapslar arasında dopamin eksikliği olduğundan ve tepki  vermek istediğinde dopamin salınımı arttığından, fazla dopamin geri  emilir. Bu nedenle DEHB’li çocuklar çevresel uyaranlara karşı aşırı  duyarlıdır. Bu çocuklarda rastlanan dikkat dağınıklığı, dürtü kontrolü,  konsantrasyon bozukluğu ve düzensizlik  gibi pek çok davranış bu yolla  açıklanabilir. Aşırı heyecan ile tamamen kayıtsızlık arasında sürekli  gidip gelerek spektrumun bu iki ucu arasında bocalayıp dururlar.

Amfetaminler  ve kokain dopaminin geri alımını bloke eder ve daha fazla dopamin  salınmasına yol açar. Küçük dozda amfetamin ve türevi  ilaçlar/uyuşturucular DEHB’li insanları dinginleştirerek bir şeye  odaklanmalarına imkan sağlar. DEHB’li beyinde aşırı dopaminin geri  alımını bloke eden bu ilaçlar; eşzamanlı olarak fazik dopamin  patlamalarının yoğunluğunu düşürürken, beyindeki tonik dopamin miktarını  da artırırlar.

Kokain  sadece dopamin geri alımını bloke ettiği için değil, aynı zamanda daha  büyük bir dopamin akışının serbest kalmasına neden olduğu için de zevk  vericidir. Zamanla, beyin kendi başına dopamin sentezlemeyi ve  salıvermeyi durdurur çünkü devamlı yapay kaynaklar kullanmaya uyum  sağlar.

Dopamin  olmadan hayat fazlasıyla tatsız ve yavan olurdu. Bu noktada, DEHB  tedavisinin, özellikle genç sağlıklı beyinler üzerinde uzun vadede ne  tür sonuçlar doğuracağını bilmiyoruz. Yaşamın ilerleyen safhalarında  depresyon gibi problemler yol açabileceği, bazı adaptasyon sorunları  doğurabileceği ve doğal dopamin üretiminde eksilmeye sebep olacağı  bütünüyle ihtimal dahilindedir.

Bizim  merak ettiğimiz, arka plandaki ortam gürültüsünün DEHB’li çocuklarda  amfetamin benzeri etki yaratıp DEHB’li beyindeki tonik dopamine daha iyi  bir bellek performansını kolaylaştırmada imkan vereceği fikri üzerinde  duruyorduk. Başka bir deyişle, DEHB’li çocuklar, DEHB’li olmayan  çocuklara kıyasla konsantre olabilmek için daha fazla çevresel gürültüye  gereksinim duyacaklardı.

DEHB’li  çocuklar, bir levha üzerindeki bir dizi karenin yerini, gözlerini  kapayıp açtıktan hemen sonra hatırlamaları gereken bir görsel bellek  aktivitesinde, yalnızca üç ya da dört karenin yerini hatırlayabilirler.  Oysa ki arka plan gürültüsü dinlerken beş, altı hatta yedi konum  hatırlayabilmektedirler ki bu, okul çağındaki tipik görsel-mekansal  işler bellek süresidir.

EEG  kullanarak, DEHB’li çocukların gürültüyü dinlemeleri sırasında beynin  tepki gücünde çarpıcı bir artış gördük. Yükselen nöral tepki, DEHB’li  beyinlerin, günlük yaşamın görevlerini yerine getirmek üzere biraz daha  gayret göstermelerini tetiklemek için arka plan gürültüsüne ihtiyaç  duydukları anlamına gelebilir. Amfetamin gibi gürültü de çocuklara daha  iyi bir tonik dopamin düzeyi sağlayarak amaca uygun bilgiyi yüklemek  için dikkat düzeylerini artırır. DEHB oranlarının artışında güçlü bir  kültürel ve ekonomik bileşen olduğundan şüpheleniyorum. Ekonomimizin  hastalıklı biçimde artan taleplerinden dolayı, eskiden olsa DEHB  noktasına gelmeyecek çocuklar bile bugün kendilerini bu problemle  mücadele ederken buluyor.

Okul  çağındaki çocuklarda yüzde 2 ile 10 arasında DEHB görülmekte, hapishane  mahkumlarında bu oran yüzde 40’a kadar çıkmaktadır. Tedavi edilmemiş  DEHB’li çocuklar yetişkinlikte uyuşturucu bağımlılığı geliştirme  konusunda  yüksek risk altındadır. Büyük ihtimallei eğitimsel ve  zihinsel sağlık sistemlerimizdeki birçok çatlak yüzünden  gözden  kaçabilen bu insanlar; kolayca beyinlerini ele geçirebilecek içerik ve  dozajlarla kendi kendilerine tedavi uygulayan insanlardır.

Aynı  zamanda, ilginç bir şekilde, DEHB’li çocukların geçerli modlarında ağ  bütünlüğünün azaldığı görülür. Görüne o ki geçerli ağ modlarındaki  köşelerden biri, yani precuneousları, ağ ile gereltiği kadar bütünleşmiş  değildir. Fakat dinlenme halindeyken, DEHB’li çocukların geçerli ağ  modlarında kendiliğinden meydana gelen dalgalanmaların “normal” bir  çocuğunkinden daha hızlı salındığı görülür. Başka bir deyişle, bu  çocuklar aslında farklı bir dalga boyundadırlar.

DEHB’li  çocuklar geçerli ağ modlarını “devreden çıkarma” konusunda sıkıntı  çekerler. Bu yüzden dinlenmek için çalışmaları gerekir.

Tıpkı  dünyanın yörüngesindeki gürültünün bin yıllık bir zaman ölçeği üzerinde  iklim döngüleri arasındaki değişime yardım etmesi gibi, gürültü de  DEHB’li beynin olasılıklı rezonans mekanizması yoluyla bir-saniyelik bir  zaman ölçeği üzerinde pozitif görev ve negatif görev ağları arasındaki  yer değiştirme işlemine yardım eder. Bir MRI tarayıcısına, EEG  ekipmanına, yirmi ya da otuz DEHB’li çocuğa, konusunda uzman  yazılımcılara, boş bir cumartesi gününe, büyük miktarda sabıra, çocuklar  için biraz şekere ve yetişkinler için de biraz viskiye sahipseniz, bu  deneyi muhtemelen kendiniz yapabilirsiniz. Beni de sonuçtan haberdar  edin lütfen.

Bundan dolayı, tam da şimdi [gürültünün] bir sıkıntıdan bir meziyete dönüşme vaktidir.

Thomas Wellens, gürültü fizikçisi

DEHB’li  olmasanız bile amfetaminler dopamin düzeyinizi yükselterek  konsantrasyonunuzu ve belleğinizi geliştirir. Öğrenciler bunu çoktan  keşfetmiştir ve aşırı koşuşturmacalı ders çalışma dönemlerinde güçlü  kalabilmek için amfetaminden türetilen DEHB ilaçlarını suiistimal  ederler.

DEHB’li  insanların sıradışı bir yaratıcılığa eğilimli olduklarını biliyoruz.  Bunun böyle olmasının sebebi büyük ihtimalle bir sınıfta, toplantıda,  ofiste veya can sıkıcı bir işte zayıflık olarak görülen özelliklerinin;  bir müzik stüdyosunda, sanat atölyesinde, bilim laboratuvarında veya  ilgi çekici bir sohbette gerçek anlamıyla bir kudret haline gelmesidir.

Toplumumuzun  yüksek mertebelerine erişebilmek için, insanın psikoza yakın bir  odaklanmaya sahip olması gerekir. Bu odaklanma durumu, bağlantısız  kavramlar arasındaki yeni ilişkileri görebilmeye dair bilişsel  yeteneğimize mal olur. Bir şeye odaklanırken yaptığınız işle alakasız  görünen düşünceler, size “şu anda yaptığın çok sıkıcı” demeye çalışan  bilinçaltınızdan gelen zayıf sinyallerdir.

Zaman  yönetimi için kötü olan, sanat için iyidir. Yaratıcı bir fikre sahip  olduğunuzda, odaklanmak ve fikrinizi fiziksel bir forma sokmak için  fikir dinamonuzu askıya almanız gerekebilir. DEHB’li olun ya da olmayın,  gürültüye odaklanmak ve yaratıcılığı konuşturmak bilişsel anlamda en  uygun düzeyde kalmanıza yardım edebilir.

Journal of Consumer Research’te  Ravi Mehta, Rui (Juliet) Zhu ve Amar Cheema tarafından yapılan “Gürültü  her zaman kötü müdür? Ortam Gürültüsünün Bilişsel Yaratıcılık  Üzerindeki Etkilerinin Araştırılması” [Is Noise Always Bad? Exploring the Effects of Ambient Noise on Creative Cognition]  isimli yeni çalışmada, arka plandaki hafif gürültünün, psikologların  yaratıcı düşünme ölçümü yapmak için kullandıkları RAT testindeki  performansı artırdığı görülmüştür.

Uzak  Bağlantılar Testi (RAT), yarışmacıların belirli bir kelimeyi kullanmaya  izin verilmeksizin partnerlerinden bu kelimenin ne olduğunu tahmin  etmeye çalışmalarını istedikleri “on bin dolarlık piramit” adlı yarışma  programındaki gibi, nispeten basit bir görevden oluşur. RAT testinde,  size üç ya da dört uyarıcı kelime verilir ve bu kelimeler “gizli” hedef  olan kelime ile bağlantılıdır. Örneğin, doğru kelime “kitap” ise, size  “raf”, “okumak” ve “bitirmek” kelimeleri verilmiş olabilir.

Testlerin  sonuçları gösteriyor ki arka planda 70 desibel civarında hafif beyaz  bir gürültü eşliğinde, katılımcılar, gereğinden fazla ya da az miktarda  gürültü olduğu zamana göre, RAT kelimelerine önemli derecede daha hızlı  tepki verip daha doğru cevaplar vermişlerdir. Başka bir deyişle, hafif  gürültü yaratıcılığı artırırken, yüksek düzeyde gürültü düşürür (RAT  tarafından ölçüldüğü şekliyle).

Bu  buluşların olasılıklı rezonans yoluyla eksiksiz biçimde  açıklanabileceğine inanıyorum. Beyin bölgelerinin, salınımlarının  senkronizasyonu sayesinde nasıl iletişim sağladıklarını anlatmıştım.  Böylece geçici beyin ağları, belirli işlevleri yerine getirmek üzere  biçimlendirilirler –bir sahneyi algılamak, bir şarkı dinlemek ya da bir  PowerPoint sunumu yapmak gibi.

Bilgi  bu senkronizasyon yoluyla ağ boyunca yayılabilir. Sisteme doğru  miktarda dalgalanma eklemek nöral senkronizasyonu kolaylaştırır. Çok az  gürültü ile işlevsel bir ağ oluşturmaya yetecek kadar senkronizasyon  oluşmaz ve çok fazla gürültü de senkronizasyonu yok eder. Tıpkı Big Ben  fotoğrafında olduğu gibi.

Gürültü,  akıntı yönündeki nöronların çıktısını, akıntı karşısındaki nöronların  frekansıyla senkronize hale getirir. Bu gürültü kaynaklı eşzamanlı  mekanizma milyonlarca nöronu etkileyen bir ağ düzeyi içinde, zayıf  bağlantılı salınaçlar (yani nöronlar) arasında kabaca sabit bir ayrım  yaratır. Bu durum tutarlı düşünceler oluşturmanıza imkan verir. Fazla  senkronizasyon, felç geçirmenize sebep olur. Gerektiğinden daha azla ise  neredeyse hiç düşünemezsiniz.

British  Columbia Üniversitesi’nde nörobilimci olan Lawrence Ward, insan  beyninde olasılıklı rezonans araştırmalarında bir öncüdür.2010 yılında, o  ve meslektaşları “Kortikal Kaynaklar Arasında ve İçinde Olasılıklı  Rezonansın Nöral Senkronizasyon Ayarı” [Stochastic Resonance Modulates Neural Synchronization within and between Cortical Sources]adında  çığır açan bir çalışma yayımladılar. Bunun anlamı, gürültünün, beynin  bir bölgesindeki nöron gruplarının etkinliğinin senkronizasyonunu ve  ayrıca, farklı beyin bölgelerinin birbiriyle senkronizasyonunu  etkilediğidir.

Daha  önceki farklı çalışmalarla, insanlarda olasılıklı rezonansın nöral  senkronizasyonu artırdığı kanıtlanmıştı. Ancak bu çalışmalar,  senkronizasyonu, sadece kafa derisine bağlı EEG elektrotlarından gelen  veriler içinde gösterebilmişti. Bu yüzden, olasılıklı rezonansın  etkilerinin beyin içinde tam olarak nerede vuku bulduğunu bilmiyoruz.  Dahası, bir beynin bölgesi içindeki senkronizasyonun genişliğini de  bilmiyoruz.

Ward  işitsel dikkat çalışması ile ilgili eski bir çalışmaya dayanan oldukça  zeki bir deneysel tasarıda, deneklerin her iki kulağına duyma eşiklerine  yakın ses akışı verdi. Sol kulaktaki sesler “sol standartlar”  ve sağ  kulaktaki sesler de “sağ standartlar” olarak adlandırıldı. Gelişigüzel  aralıklarla, “sapmalar” olarak adlandırılan daha güçlü sesler normal ses  akışının içine karıştırıldı ve denek sapmayı  duyduğu her an butona  basarak tepki vermekle görevlendirildi –ama yalnızca sol kulak için. Bu   görevlendirmelerden kasıt, deneklerin yalnızca sol kulaktaki ses  akışına dikkatlerini verip sağ kulaklarındaki sesleri göz ardı  etmeleriydi. Ward, aynı zamanda sol kulağa farklı düzeylerde beyaz  gürültü de verdi.

Ward,  EEG kaynak yerleşim algoritmalarını kullanarak, bu görev yoluyla  deneklerinin çoğunun beyninde etkinleştirilmiş bölgeler keşfetti. Bu  beyin bölgeleri, sadece işitsel korteksi değil, aynı zamanda geçerli ağ  modunun  kısımlarından biri olarak hatırlayacağınız arka singulat gibi  duyusal olmayan beyin bölgelerini de kapsıyordu.

Sonuç  olarak, Ward, deneklerinin sol kulağına yüklediği gürültü düzeyinin bir  işlevi olarak bu beyin bölgeleri arasındaki ve içindeki senkronizasyon  düzeyini ölçebilmiştir. Sonuçlar, olasılıklı rezonansın, işitsel  sinyalleri işleyen beyin bölgeleri arasındaki ve içindeki senkronizasyon  üzerinde etkileri olduğunu sağlam şekilde göstermiştir. Başka bir  deyişle, doğru gürültü düzeyinde, bu beyin bölgeleri arasındaki  senkronizasyonen yoğun noktasına ulaşır: Beyin, istikrarlı ses akışına  gürültü eklendiğinde, gürültüsüz halinden çok daha iyi yanıt verir.

Çevredeki  ve beyinlerimizin içindeki doğru miktarda gürültünün bizi daha yaratıcı  kılıp bilişsel becerilerimizi nasıl yükselttiğinin bir göstergesi  olarak, Lawrence Ward’ın kendi işitsel paradigması içinde tanımladığı  nöral mekanizmanın, buzdağının sadece görünen kısmı olduğuna inanıyorum.  Çalışması, kendi yaptıklarım gibi, benzer deneylerin sonuçlarına uygun  oldukça makul bir biyolojik ve fiziksel açıklama getiriyor.

Olasılıklı  rezonans ve DEHB ile ilgili kendi çalışmama, gürültü ve yaratıcılık  üzerine olan önceki çalışmalara dayanarak, farklı tipte insanların dış  etkenlerden kaynaklanan nöral olasılıklı rezonanstan yararlanmak için  daha fazla gürültüye ihtiyaç duyduklarını biliyoruz. Özellikle,  özgünlük, yaratıcılık veya aykırı düşünme testlerinde yüksek puan alan  kişiler daha yüksek düzeylerde gürültüye maruz kaldıklarında görevleri  yerine getirmede daha başarılı oldukları görülür.

Bu,  muhtemel prefrontal korteks gibi önemli beyin alanlarındaki dopamin  işlevine bağlıdır. Üstelik, fazladan gürültü bazı insanlarda geçerli ağ  modundaki işlevsel tutarlılığa yardım etmek için zorunlu olabiliyor.  Şaşırtıcı bir şekilde, son otuz yıldır yaratıcılık ve gürültü üstüne  yapılan psikolojik çalışmalardan hiçbirine olasılıklı rezonans dahil  edilmemiştir. Hemen hemen tüm bu çalışmaların istemeden olasılık  rezonansa ilişkin davranışsal ve psikolojik kanıtlar bulmuş olması  ise  dikkate değerdir. Diğer bir deyişle, bu çalışmalara geri dönüp  olasılıklı rezonansın matematiğini kullanarak sonuçları modelleyecek  olursak eğer, hafif miktardaki bir gürültünün birçok görevdeki  performansı yükselttiği tutarlı bir model elde etmiş oluruz. Böylece  aylaklığın, beynin içsel gürültü seviyesini arttıran bir yol olduğu,  dolayısıyla varsayılan mod ağında tutarlı rezonans olarak adlandırılan  olguyu ortaya çıkarttığı görülebilir.

Sistemin  içinden kaynaklanan gürültü, olasılıklı rezonansla aynı mekanızmayı  kullanarak sisteme düzen yükler ve beynin işlevini geliştirir. Her zaman  çalışmak ve meşgul olmak içsel gürültüyü ideal düzeyin altına indiriyor  olabilir. Hala canlı bir beyin içerisinde olasılıklı rezonansı doğrudan  ölçebilecek bir yönteme sahip olmamamıza karşın, Ward’ı kullandığı  teknikler aylak haldeki beyne ve geçerli ağ moduna uygulanabilir.

Rilke’nin,  Kuzey İtalya’da rüzgarlı bir günde deniz kenarındaki kalenin  mazgallarındaki yürüyüşüne geri dönelim. Şairin sabırla geçen aylaklık  yılları, geçerli ağ modundaki etkinliğin zaman zaman farkındalığından  süzülmesine izin vermiş ve böylece bilinci mesajları almaya hazır hale  gelmişti. Duino’daki o özel sabah, denizden esen güçlü rüzgar, Rilke’ye  hayatının en önemli eserlerinden birine ilham vermek için, beyninin  ihtiyacı olduğu doğru miktarda dışsal gürültüyü sağlamıştı. Son derece  özgün ve yaratıcı bir kişi olarak, Rilke, beyninin olasılıklı rezonansın  getirdiği yaratıcılıktan yararlanabilmesi için muhtemelen daha fazla  dış gürültüye ihtiyaç duymuştur.

Rilke’nin  bilinçaltı bu şiiri onun için hazırlamıştı. Şiirin kendisi zayıf bir  sinyal olarak düşünülebilir, öncesinde gördüğümüz gibi gürültü  olmaksızın fark edilemez bir sinyal. Rilke o sabah şiddetli rüzgara  karşı yürürken; Lawrence Ward’ın keşfettiği gürültü destekli nöral  senkronizasyona ilişkin aynı beyin mekanizması Rilke’nin beynindeki  önemli kısımların senkronize olmasına imkan verdi.

Bu  şekilde, bu büyük yapıtın Rilke’ye belirmesini sağlayan işlevsel bir ağ  kurulabildi. Rüzgarın varlığıyla birlikte, şiirin zayıf sinyali  sonrasında Rilke’nin bilincine giden ağ boyunca kendi yolunu inşa  edecekti. Üstelik, sinyalin gücü, bilincine girmek için gerekli kritik  eşiğin üstüne çıkmış olacaktı. Böylece, Rilke için, rüzgarda kendisini  çağıran bir ses gibi algılanacaktı:

Ve eğer haykırsam, yukarıda melekler korosunun içinde kim duyardı beni?

Lawrence  Ward ve diğer bilim insanları; beynimizin, yaratıcılığın şaşırtıcı  marifetlerine erişmesi için gürültünün kullandığı belirli mekanizmaları  açığa çıkartmaktadırlar. Öyleyse gürültüyle kavga etmek ya da  onu  zihnimizi gerçeklikten uzaklaştıran bir unsur olarak görmektense,  yakında beyinlerimizin gerçekliğini bulmak için aslında gürültüye  gereksindiğini keşfedeceğiz. Aylaklığı kucaklayarak, kendi  bilinçaltımızın gürültüsünü kucaklıyoruz. İçimizde esen rüzgar, bizi  gafil avlayarak gerçekliği duymamıza imkan veren, kendimizi duymaya  çalıştığımız rüzgar.